30 Ağustos 2013 Cuma

Haftanin Ilgimi Ceken Kitaplari



Aptal 

"Tanıştığımız tüm aptalların anısına."

"Kimilerinin aklında şokellayı çok seven bir insan olarak yaşıyorsun. Demem o ki biraz dahası olan hiçbir şeye inanma sakın."

"Evvela aynadaki haline bakıp kendisine âşık olan ve ırzına geçen, ardından söz olacak diye kendisini nikâhına alan insanın dünyasıdır bu. Sonsuz bir sevgiyle evinde yalnız bırakmalıdır onu. İnsanın başına ne geliyorsa hep iyi niyetinden geliyor, haklısınız. Bence siz başkalarını da kendiniz gibi sanıyorsunuz. Ama yapmayın. Hemen güveniyorsunuz insanlara. Babanızın oğlu mu bu 
İnsanlar..."

"Ona kulak asma... Sevemeyeceğin insanları biraz daha sev, gülemeyeceğin şakalara biraz daha gül, kazanamayacağın paraları ve hayatları hayal et biraz daha. Biraz daha başarılı, biraz daha gururlu, biraz daha sevimlisin artık. Kontrol et ki elinden sıyrılıp kaçmasın fırsat buldukça övdüğün naif hayatın. Ölçülebilir ihtiyaçlarını karşılamaya hazırlar biraz daha. Ama tabii ki sen bekliyorsun. Nasıl durulur, aynı benim gibi biliyorsun. Biraz daha dön eski haline. Biraz daha tasarla çoktan biten o günü. Lütfen hemen acımaya başlama kendine, biraz daha dur."

"Kim beni ne sebeple affeder bilmiyorum."



Tatlı Rüyalar 

Türk bir anne ile Fransız bir babadan olma Hector Berlioz -kendisi Türkiyede yaşayan bir Fransız Türküdür- sıradan bir pazar sabahı kahvaltı ederken bir ilan okur ve "hayatı değişir"... "Hayatımı satıyorum! 25 yaşında, iyi eğitimli, iki yabancı dil bilen sağlıklı genç, geri kalanını temin edebilmek amacıyla hayatının bir bölümünü satıyor. İlgilenenler aşağıdaki telefon numarasına başvurarak randevu alabilirler." 
Genç yazar Alper Canıgüzün ilk romanı yukarıda tırnak içine alınan ilanla başlar. Tatlı Rüyalar, kitabın alt başlığında da belirtildiği gibi, gerçekten psiko-absürd ve de romantik komedi. Zekice kurgulanmış, bir ilk kitaptan -alışıldığı üzere- beklenmeyecek kadar iyi yazılmış, kıvrak dilli, özellikle de saçma, komik ve psikolojik... Gerçek bir serüven, gerçek bir roman... Romana sonundan bakarsanız, matrak bir romantizm de bulabilirsiniz. İşin psikoloji kısmına gelince... Yazarımız her ne kadar 1969 doğumlu genç bir psikolog ise de, burada mesleğini kötü temsil ettiği bile söylenebilir. Binyıl Kitap ekinde yayımlanan söyleşisindeki ifadeleriyle aktaralım durumu: "Tatlı Rüyalarda psikolojinin kullanımdan ziyade kötüye kullanımı mevcuttur. Psikoloji nedir ne değildir, bu konuda çoğunluğun kafasının karışık olduğunu biliyorum. Davranış örüntüleri hakkında büyük bilgi birikimine sahip olmakla birlikte iş, insan ruhunun ne menem bir şey olduğu konusuna gelince psikologların durumu da daha parlak değil diye düşünüyorum. İşte kitaptaki psikoloji parodisi bununla ilgilidir." Tatlı Rüyalar, "uzun süredir keyifli bir kitap okumadım" diyenlere hiç çekinmeden " aradığınız işte bu" diye tavsiye edebileceğiniz bir kitap



Aynı Yıldızın Altında 

Hayatın Anlamını Bulmanın, Âşık Olmanın ve Alınan Her Nefesin Farkına Varmanın Öyküsü

On altı yaşındaki kanser hastası Hazel Gracein birkaç yıl daha yaşamasını garanti eden tıp mucizesine rağmen hastalığı ölümcüldür ve konulan teşhisle birlikte yıldızlar, öyküsünün son bölümünü çoktan kaleme almıştır. 

Fakat Augustus Waters isimli yakışıklı bir sürpriz karakter, Kanserli Çocuklar İçin Destek Grubunda boy gösterince Hazelın hayatı bambaşka bir yöne sapar ve bu zeki çocuğun çekimine karşı koyamayan kızın öyküsü yeniden yazılır... 



Tek Kişilik Kahvaltı 

Tek Kişilik Kahvaltı, öykünün yeni yazarların elinde ulaşabileceği olgunluğu gösteren kitaplardan. Daha ilk kitabında, öyküyü öykü yapan özelliklerin üstesinden dinginlikle ve ustalıkla geliyor Dilek Emir. Öyküyü öykü yapan özellikler nelerse, her biri üstünde düşünülmüş, enaza indirilmiş, yalınlaştırılıp yoğunlaştırılmış. Her sözcüğü hassas biçimde tartılmış öyküler bunlar. Çocukların tuhaf, bazen ürkünç dünyasından tek kişilik kahvaltıların yalnızlığına, insanın özüne yaklaşan öyküleri, Dilek Emiri daha yakından ve belki yeniden yeniden okumaya zorluyor.
Semih Gümüş

"Kötüler de hayal edilmeyi hak eder. Bankta otururken sabit bakışlarla işte böyle. Tuhaf diyaloglarla ölümcül sahneler de geçer insanın aklından. Ben mesela, azgın kamyonların geçtiği şu arkadaki yola da öylece yürüyebilirim. Yavaşça ayağa kalkar, kaldırım taşlarını sayarak yolun kenarına gidebilirim. Tek gelir, karşıya geçerim. Başka hiçbir nedene ihtiyacım yok."



Yazarın Yolculuğu 

Dünyanın dört bir yanından binlerce yazara yol göstererek, senaryo ve öykü yazım teknikleri konusunda devrim yapan "Yazarın Yolculuğu" şimdi Türkçede!

İyi bir öykü yazmanın sırrı nedir? Milyonlarca kişiyi etkileyecek bir senaryo nasıl yazılır? Kahramanlar ve yan karakterler nasıl yaratılır? Olay örgüsü kurgulanırken nelere dikkat edilmeli?

Önde gelen Hollywood film şirketlerine öykü danışmanlığı yapan Christopher Vogler, "Yazarın Yolculuğu"nda, öykücülüğün büyülü dünyasına götürüyor okurları. Joseph Campbell ve Jungun çalışmalarından yola çıkarak, bir öykü anlatmanın binlerce yıldır değişmeyen temel ilkelerini ayrıntılarıyla ele alan kitap, mitolojinin derinlere uzanan kökleriyle günümüz öykücülüğü ve film senaryoları arasındaki ilişkiyi, bütün okurlar tarafından rahatlıkla takip edilebilecek bir üslupla anlatıyor. Hitchcockun başyapıtlarından Yıldız Savaşları serisine ve Ucuz Romana kadar birçok filmden alınan örnekler, beyaz perdenin en başarılı yapıtlarına ışık tutuyor...

"Yazarın Yolculuğu", hem öykü ve senaryo yazarları hem de eleştirmenler için vazgeçilmez bir kaynak, bir başucu kitabı...



Gorusmek Uzere . . .

16 Ağustos 2013 Cuma

Yeni Kitap Kesifleri


Marketlerin kitap reyonlarina bayiliyorum . Hem farkli hemde fiyat konusunda daha iyimser oluyorlar . Birde surekli degisiyor bazen bir kitabi almak icin gittigimde ayni kitabi bulamiyorum ama baska bir kitap alip cikiyorum . Yani bos ciktigim gorulmedi henuz . :)

Bu sefer hepsini almadim ama begendigim kitaplari sizin icin sectim . Birkac tanesinde aklim kaldi aslinda ama hepsini alirsam bana baya pahaliya mal olucakti .

Iste sizin icin sectigim kitaplar
 . . .

İnsanların kaderlerini belirlemekten sorumlu olan Kaderin bir insana âşık olunca hayatı altüst olur. Kısmetle arası bozulur, Tanrı tarafından ciddi biçimde uyarılır…
Sonunda hayatındaki iki önemli şeyden birini seçmek zorunda kalır: İşi mi, yoksa sevdiği kadın mı?
Kader Aşkı Tadınca sizi ilk kelimeden en sonuncusuna kadar mıhlayacak. 


Bir yanda kendisine şefkat, tutku, aşk sunan ve fedakârlığıyla etkileyen orta yaşlı Julie... 

Diğer yanda gençliği ve masumiyetiyle büyüleyen Claire. 

Maurice bu iki aşk arasında kalıyor ve ikisinden de vazgeçemiyor. Başedemediği karışık, kararsız duyguları onları 


hiç beklemedikleri bir sona taşıyor. Vicdan azabı, merhamet, tutku ve pişmanlığın içiçe geçtiği hayatlar.  

Sonu tahmin edilemeyecek bir aşk üçgeni. 




Aşkın Büyülü Mucizesi 

Denizle konuşuyorum; yıldızlarla, toprakla, rüzgârla...
Aşka fısıldıyorum sen yerine...

Aşk nefes kadar yakınındaydı... İhanet gibi...

Başarılı bir iş kadınısınız, canınızdan çok sevdiğiniz bir kızınız ve uğruna ölebileceğiniz bir sevgiliniz var… Güvenle sarılmış, sıcak, umut dolu ve mutlu bir ailesiniz...

Ta ki aklınızı kaybetmenize neden olacak bir ihanete uğrayana kadar… Aşkın Büyülü Mucizesi yeniden var olabilmenizle, güvenebilmenizle ve ruhunuzun yaralarını sarmanızla ilgili...

Aşk, karanlıktan güneşi çıkarabilir, bir mucize yaratabilir mi?






Katil Resmi Çizer, Ben Altına İmzamı Atarım!

"İtalyada olanlara dair tüm gerçeği, kendimi ölmüş göstererek her şeyi ansızın terk ettiğim o dönemi öğrenmek sizi memnun edecek. Hayır, Watson… Sizden rica ediyorum, lütfen sinirlenmeyin. Şimdi koltuğunuza oturun, sigaranızı yakın ve sakin bir şekilde okumaya başlayın. Biraz okuduktan sonra anlayacaksınız ki yaşamış olduğunuz o acı, engel olunamaz ve gerekli bir şeydi. Her şey bir yana, kraliyet tarafından bana verilmiş olan görev, son derece hassas ve hayati önem arz etmekteydi. Bu sebepten dolayı farklı bir şekilde hareket etmemin imkânı yoktu. Üzgünüm dostum…"




BİR HAYVANAT BAHÇESİ SATIN ALMAK İÇİN SAHİP OLMANIZ GEREKEN TEK ŞEY PARA DEĞİLDİR!..
ÇILGIN OLMALISINIZ!

20 Ocakta gösterime girecek olan filmin uyarlanıdığı, Benjamin Meenin gerçek bir hayat hikayesinin sinemaya uyarlanan romanında insanın isterse neler yapabileceğini, hayvanlarla iç içe yaşamanın keyifli yanlarını eğlenceli bir şekilde okurken, yer yer hüznün sizi gözyaşlarına boğuşuna şahit olacaksınız!..

"Jerry Maguire" filminin yönetmeninden başrollerini Matt Damon ve Scarlett Johannsonun paylaştığı önemli bir film daha...

Benjamin Mee, ailesini alıp iki yüz egzotik hayvanla komşu olacakları batmak üzere olan bir hayvanat bahçesini almaya karar verdiğinde, tüm arkadaşları onun kafayı yediğini düşünür. Meenin hayali, parkı yeniden düzenlemek ve ailecek bu yeri işletmektir. Büyük açılışın ilkbaharda yapılması planlanır ama daha yapılacak çok iş vardır. Bu iş, acemi hayvanat bahçesi sahipleri için pek de kolay olmaz. Park, kaçmaya meyilli kaplanlarla doludur. Çok az paraları kalmıştır ve tüm ailenin sinirleri çok gergindir.

Bu sırada bir kötü haber daha alırlar. Benjaminin karısı Katherinein beyninde aylar önce ameliyatla alınan tümörün yeniden oluştuğu görülmüştür.





Kirk sürekli seyahat eden çok zengin bir adamdır. Bir gün yine bir seyahati sırasında odadaki çekmecede, içinde sıra dışı bir not olan bir zarf bulur. Notta, "Bu Dünyada veya Ötekinde... Yarın ya da Yirmi Yıl Sonra..." yazmaktadır. Gönderen yerinde Kirk ismi geçmektedir. Zarf da Antonio Petrucchi diye bir adama yazılmıştır. Kirk bu notun çok önemli olduğunu düşünür ve sahibine ulaştırılması gerektiğini düşünür.

Kirk bu adamları bulmak üzere harekete geçer. Ancak notu bulduğundan beri Kirk'e karabasanlar musallat olmuş ve sürekli olarak geçmişiyle ilgili kötü rüyalar görmeye başlamıştır. Bu karabasanlar Kirk'in hayatını yaşanmaz hale getirmiştir. Nereye dönse onları görmekte ve onlardan nasıl kurtulacağını bilememektedir. Bir süre sonra Kirk'le irtibata geçmeye çalışan bu tuhaf varlıklar Kirk'in geçmişiyle hesaplaşmasını istemektedirler. Kirk bu duruma daha fazla dayanamaz, ancak ne yaparsa yapsın bu varlıklardan kurtulmayı başaramaz. Kirk'in kabuslarla mücadelesi ve bu kabusların üzerine gitmesi, Kirk'in geçmişini ve mal varlığını nasıl edindiğini ortaya çıkarır. Bütün yaşadığı kabuslar aslında onu geri getirme üzerine yapılmış bir büyüdür başkalarına zarar vererek edindiği zenginlik şimdi Kirk'in başına büyük bir bela açmıştır.

Ve o gün gelir Kirk geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır...





Simdilik bu kadar bir daha ki kitap kesfimde gorusmek uzere :)

Askin Dile Ihtiyaci Yoktur / BARFEE


Bir Bollywood film delisi olan ben dun yeni bir film izledim . Izledigim en iyi filmlerden biriydi diyebilirim . O kadar cok anlam o kadar cok ask iceriyor ki , merhamet , ozlem , baglilik ve en onemliside huzun . . .  
Sizinlede paylasmak istedim bu film mi . Ben genellikle filmleri alt yazili izlerim cunku oyunculerin gercek sesleriyle filmleri izlediginizde daha etkili oluyor . Dublaj ne kadarda olsa bir ayri duruyor filmde . 

Hadi simdi Barfee kimmis bakalim :)



Küçük yaşta annesini kaybeden ve babası tarafından yetiştirilen Barfi, sağır ve dilsiz olarak doğmuş; ancak hayat dolu ve son derece pozitif biri olarak büyümüştür. Aynı zamanda bir hayli haylaz bir genç olan Barfi'nin başı sık sık derde girmektedir. Yaşadığı şehre taşınan Shruti Ghosh isimli genç kadınla tanıştığında ise daha önce hiç karşılaşmadığı duygularla tanışmaya başlar. Barfi, üç ay içerisinde başka biriyle evlenecek olan Shruti'ye ilk görüşte vurulur, Shruti de zamanla ona karşı bir şeyler hissetmeye başlar. Ancak ortada büyük bir sorun vardır. Shruti, ailesi ve çevresi tarafından büyük tepkilere maruz kalır. Ailesi, kızlarının 'normal' biriyle evlenmesini ve 'normal' bir hayat sürmesini istemektedir ve bu birlikteliğin gerçekleşmesine izin vermeyecektir. Yıllar sonra yolları tekrar kesiştiğinde Barfi'nin kalbinde başka biri vardır; Shruti içinse seçim yapma zamanıdır...



Filmin Basrol Oyuncusu Ve Yildizi 
Barfee ( Ranbir Kapoor )
Annesini daha bebekken kaybeden konusma ve duyma engelli Barfee yi babasi buyutuyor . Babasida bobreklerinden hasta ve Jhilmil'in babasinin soforlugunu yapiyor .



Jhilmil ( Priyanka Chopra )

Jhilmil , otistik bir genc kiz , ilk zamanlar otistik cocuklarin kaldigi bir yurtta kaliyor dedesinin rahatsizlanmasiyla birlikte onun yanina gidiyor , Barfee ile cocukluktan beri arkadaslar .


Shruti ( Ileana D'cruz )

Shuriti 3 ay sonra nisanlisiyla evlenicek olan guzel bir kizdir , Ama nisanlisini sevmemekte ustelik ilk gordugunden beri Barfee ye birseyler hissetmektedir ama annesini bunu ogrenince Shruti yi bu karardan uzaklastirmaya calisir . 




Shruti . Barfee ve Jhilmil . . . 



"Senin duymak istediğin kelimeleri söyleyemez.Sen de ona duymak istediklerini duyuramazsın.Aşkın dili bazı zamanlar sessizlikten ibarettir..
"Barfi!Barfi!Barfi! 
Ne desem neler yazsam senin için bilemiyorum..Öncelikle Barfi,seni izlemekten çok mutlu oldum bunu söylemeliyim...Barfi duyma ve konuşma özürlü olmasına rağmen hayat dolu,sevecen,neşeli,çok pozitif bir kişilik..Bu filme onu izlerken tüm negatiflik duygularınzı kayboluyor yerini pozitif duygular sarıyor resmen.. Bunu yüreğinizin taa derinliklerine kadar hissedebiliyorsunuz.. 
İşitmemesi veya konuşamaması onun hayatında çokda kısıtlayıcı bir hal almıyor ve kendince her şeyin üstesinden gelebilmesini çok iyi başarıyor..Bunda en büyük etken kalbinde taşaıdığı insan sevgisi,şefkati,merhameti ve zekası oluyor.. 
Hint müziklerini izlediğim her filmde çok beğeniyorum bu filmde güzel bir müzik ve muhteşem manzara eşliğinde başlıyor.. İlk başlardaki yaşanan kovalamacaların asıl sebeplerini filmin gidişatı esnasında anladığınız için o anlarda sadece izleyin ve o neşeli kovalamacanın tadını çıkarmaya bakın..:))Çok güzeldi polis şefi ile Barfi'nin karşı karşıya geldiği her sahne ve çok eğlence veriyor. .Filmin başladığı andan itibaren size yansıttığı bir mutluluk duygusu var ki çok garip bir şekilde kendinizi mutlu hissetmeye başlıyorsunuz..Ama aynı zamanda bu mutluluğun yanında bir de hüzün varki onu da hissetmemeniz imkansız oluyor.. Barfi ve Shruti'nın aşkı çok doğal sunuluyor ve kesinlikle çok etkileniyorsunuz aşklarından..Keşke her şey böyle güzel gitse diye de içinizden temennileriniz geçiyor Barfi için en çokda tabikii. Sengupta'nın duru güzeliğine hayran oldum bunu belirteyim...Tek hatası bu hayatta her zaman insanın karşına çıkmayacak kadar güzel bir aşkı bulmuşken onun arkasında tüm cesaretiyle duramamış olmasıydı..Bazen ilk yapılması gerekeni en son yaptığımız zaman iş işten çoktan geçmiş olduğundan ne yaparsan yap bir faydasınıda görmeyeceğini bilmelisin..Aşk bazende kaybetmektir..Jhilmil' gelince o da çok güzeldi onunda Barfi'ye olan masum,koşulsuz sevgisi önünde hangi engeller durabilirdiki? İzleyip bu anları görmelisiniz..Baba karakteri için yorum yapmayacağım baba demeye utanıyorum.Herkes izlediğinde kalbinden geçen en kötü cümleri onun için zaten sarf edecektir..Filmin her karesi farklı bir anlam ve güzellik barındırıyor..Renk kullanımı o kadar canlı ve doğru tutulmuş ki her renk gözünüze bu kadar mı güzeldi bu renk diye sorduyor..Barfi'nin dolaştığı her mekanı muazzam görüntüler eşliğinde izlemek filme farklılık vermiş..Ben bayıldım doğa manzaralarının her birine.."Bir insan 7'sinde neyse 70'inde de odur."Barfi içinde çocuğa sağlık,sonlarına doğru hüzün girdabına sürüklesende, beni çok mutlu ettin bu filmle..En güzel sahne benim için Barfi'nin lamba oyunu sahnesiydi o da Jhilmil ile olandı tabii..Kim kaçarki gerçek aşktan...Film müziklerini beğendim,filmde birkaç beğemediğim kısım oldu bir kere bu kadar uzun değil biraz kısa olsa çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum..Neyse hataları olsa da bu film kalbimde güzelliğiyle yer etmeyi başardı..Sonunda da zaten olan oldu..Barfi ile bende gözyaşlarımı aynı anda siliyordum..Bazen sahip çıkamadığımız sevgimize yapabileceğimiz bir tek şey kalıyor..Sevdiğimizin başkasıyla olan mutluluğuna yol açabilmek.."Eşittir Shruti.."Ölmeden önce sana fotoğraflarımı göndereceğim..Sen çerçeveleri hazırla.."Şiddetle tavsiye ediyorum.Bu mutlu Barfi'yi herkes izlesin..




İzleyen herkese mutluluk saçman dileğiyle Barfi..



Ha birde su var , hic kimse biraktiginiz terkedip gittiginiz yerde oylece kalmaz . Birgun geri donmek isterseniz herseye hazirlikli olmalisiniz . . . .

Gorusmek Uzere . . .

SAG SALIM




Bu aralar Turk filmlerine merak sardim . Genellikle yabanci filmler izlerim ama onlarda bir zaman sonra biktiriyor . Bende dedim birde bizim su Turklerin senaryolarina bakayim bakalim neler varmis . Internette gezinirkende bu filmle karsilastim . Cok komik bir film ben cok sevdim . Ustelik yeni hic gormedigim bir kac oyuncunun da olmasi filmin albenisini arttiriyor . Tanidik oyuncular cogunlukta tabi ama isini iyi yapan oyuncular olunca filmin kaliteside yuksek haliyle :)




Özet & detaylar

Salim hem ölümden hem de ölülerden çok korkan, saf bir Anadolu köylüsüdür. Ekmeğini taştan çıkartır; köyden kasabaya kamyonetiyle mal taşıyarak üç beş kuruşla hayatını döndürür. Fakat kabus gördüğü bir gecenin sabahında köy muhtarı kendisinden Mersin'den Sivas'a bir cenaze taşımasını rica eder. Başta çok isteksiz olsa da muhtarın ısrarı kıramaz ve komedi dolu yolculuk başlar...
Yapımcılığını, yönetmenliğini Ersoy Güler'in üstlendiği filmin yazar kadrosunda Güler'in yanı sıra Alper Erze, Korhan Uğur, Şeyda Delibaşı isimleri yer alıyor. Filmin oyuncu kadrosunda ise Burçin Bildik, Fulya Zenginer, Alper Saldıran gibi isimler yer alıyor...


Kahraman TAZEOGLU





Bana sorsaniz "Neden Kahraman ? " diye . Once gulumser sonra huzunlenir sonrada derim ki , 

"Cunku adam gibi ADAM ! ".

Nereden biliyorum ki adam gibi adam oldugunu , anlinda mi yaziyor ? Hayir , kitaplarinda , siirlerinde agzindan cikan kelimelerde buluyorum ben onun adamligini. Bazen oyle bir kelime yi oyle bir yere koyuveriyor ki iste diyorum , kac erkek bir kelimeyi cumlenin en anlamsiz yerinde kullanip ta , ayni sekilde butun anlami  da ona yukleyebilir ?

Susuyorum cogunlukla onu dinlerken . . .Yapacak pek bisey birakmiyor zaten dinleyiciye , buyuleniyorsunuz . Diliniz damaginiz hatta goz yasi pinarlariniz dahi kuruyor . Agliyorsunuz , bir caglayan gibi . Farketmiyorsunuz tek bir siirle tum goz yaslarinizi tukettiginizi . . .

Iste bu yuzden "Kahraman " iste bu yuzden , her gece bir siirni okuyup uyumalarim .

Her insan okudugunda , dinlediginde kendini bulmak ister . Kendini bulamasa bile kokusunu , sesini , nefesini yada ne bileyim iste belki bazen sadece ayak izini bulmak ister . Ben onun tum siirlerinde kendimi buluyorum . Savunmasiz , sancili , cileli kendimi . Bir askin icine skisip kalmis ve caresizligin kitabini yazmis kendimi . . .

Bu ne demektir biliyor musunuz ? Bu demektir ki bu adam yaziyor , karalamiyor , atmiyor tutmuyor . Kalemin kagidi valse kaldirmasina izin veriyor demektir .

Bu demektir ki . . .

Bu adam ya aciyi gercekten cekmis yada hala cekiyor demektir . . .

Edaa Ulu .




BIYOGRAFISI


Ay’a ilk ayak basıldığı yılın 10 Ağustos’unda doğdu. İstanbul’un çileli ve kesmekeşli ortamında, o 
şehirde bir ömür harcayacağını bilmeden hep “düşünen” bir çocuk olarak büyüdü.

Cevizli semtinde, bir dere kenarında oynarken, mahallenin delisi kovalayınca “korkuyla” tanıştı.

Ailesi İstanbul’un mutena semtlerinden Fenerbahçe’ye taşınınca daha az korkmaya ve Fenerbahçeli olmaya basladı. 6 yasinda ilk kez bir maça gitti ve en sevdigi Fenerbahçe şapkasını çaldırdı. (Bugün bile o şapka için üzülür). 7 kardeşin 2 numaralı olanıydı ve ilerde bir mahalle takımında 2 numaralı formayı giyerek maçlara çıkacağını bilmiyordu.

Ablası okula başlayınca çok kıskandı ve saçını çekti. Bir yıl sonra ise okulunun ilk gününde annesi onu sınıfına sokmayı zor başardı... O gün çok ağlamıştı.
Arkadaşları teneffüslerde çesitli oyunlar oynarken, o hep “düşünüyordu”...
İlkokul bittiğinde bir korku filmi senaryosu yazdığını iddia ederek arkadaşlarına kendini güldürdü. Daha sonra sinema ile sadece “seyirci” olarak ilgilendi. O hep bir sinema tutkunu olarak yaşayacaktı; çünkü siirle daha tanışmamıştı.
12 Eylül ihtilalinde ortaokula başlayacaktı ve tek başına belediye otobüsüne binmeyi öğrenecekti. Daha sonra yağ, tüp, şeker ve gaz kuyruklarında beklemeyi ve soğuklarda üşürken ağlamamayı...
Mahallede her kırılan camdan Tazeoğlu kardeşler sorumlu tutulmaya başlanınca, baba Hayati Tazeoğlu ani bir göç harekatıyla tüm aileyi yeniden Cevizli’ye taşıma kararı aldı. Buna en içerleyense küçük Kahraman oldu. Geride bıraktığı mahalle arkadaşlarını bir gün yeniden görebilmek ümidiyle yanıp tutuşurken birden ilk defa yaşayacağı bir duyguyla karşılaştı. Karşı komsunun kızına aşık olmuştu. Mutluluğu, acıyı, hüznü ve ağlamayı yeniden keşfetti. Bütün bunların toplamının ona şiiri öğreteceğini bilmiyordu. Ablasının yazdığı şiirlerle dalga geçerken hatta “şiir de neymiş; saçmalık” diye iddia ederken gece gündüz şiir yazmaya başladı. Sonunda o terk edildi ama şiir onu terk etmedi. Yine aşık oldu, yine terk edildi, yine şiirler yazdı.
Matematiği gereksiz bir ders olarak gördüğü için, hocaları da onu gereksiz bir öğrenci olarak gördü. Uzun bir süre ara vereceği eğitimini daha sonra bin pişman olarak devam ettirecekti. Bu arada ailesi “eti senin kemiği benim” diyerek onu bir kuaföre çırak olarak verdi. 10 yıl sürecek bu macera özel radyoların açılmasiyla sona erecekti.
Bir yaz gecesi arkadaşının evinde balkon sohbeti yaparken arkadaşının annesi uykusundan uyandı ve “oğlum kapatın şu radyoyu da yatın artık” dedi. Halbuki radyo kapalıydı ve konuşan 19 yaşındaki genç Kahraman’dı...
Çocukluğundan beri özendigi spikerlik hayali daha da derinleserek artmaya baslamisti. Annesi bebekliğinde çok ağladığı zamanlarda onu radyonun yanına yatırır ve susmasını sağlardı. Çok çocuğa bakmakla yükümlü olan bir annenin bulduğu bu çözüm ilerde küçük Kahraman’ı radyocu yapacaktı.
Derken; günlerden bir gün, Türkiye’de ilk özel radyolar açılmaya başladı ve mesleğinde çok önemli bir yere gelmiş olan genç Kahraman, bu işe sevdalandı. Artık o radyocu olabilmek için yıllarını verdiği mesleğini bırakabilirdi. Sıkı bir radyo takipçisi olan genç Kahraman, “Gecenin Serserisi”ni dinleyerek hatta yayın yaptığı radyoya kadar gidip kendisiyle tanışarak hayatında ilk kez bir radyo stüdyosu gördü. Bununla da kalmayıp Orhan Çetin tarafindan programa konuk edildi, şiirler okudu. Gelen olumlu tepkiler kendisini yüreklendirdi ve o gün radyocu olmaya karar verdi. Mesleğini zirvedeyken bırakarak, yayın hayatına yeni “merhaba” diyen Kadıköy FM’de yayına başladı. Sonraki rüzgarlar onu baska radyolara sürükledi ve son durağı en sevdiği ve mutlu olduğu Radyo 7 oldu.
Şimdi Mavi Ada diye bir yerden şiirler seslendirerek gece bunalım oranını yükseltme çalışmalarını sürdürüyor. Kahraman Tazeoğlu’nun “Seni İçimden Terk Ediyorum” “Ölü Bir Kentin Morg Alfabesi” adli iki şiir kitabı var. Bu kitaplara bir de “Araz” adlı bir romanını ekledi. “Mavi Ada Mektupları” ve “Tutsak Mektuplar” adli iki derlemesini de listeye ekleyerek 5 kitaba ulaştığını söylersek geriye sadece asağıdaki notu düşmek kalır...
Not: Ablası artık şiir yazmıyor. 


Kitapları:
*Seni Içimden Terk Ediyorum (Şiir), 2001 (Yedi Harf Yayıncılık)
*Ölü Bir Kentin Morg Alfabesi (Şiir), 2002 (Birey Yayıncılık)
*Mavi Ada Mektupları (Mektup), 2002 (Birey Harf Yayıncılık)
*Tutsak Mektuplar (Mektup), 2004 (Yedi Harf Yayıncılık)
*ARAZ (Roman), 2005 (Yedi Harf Yayıncılık) 
(Radyo7/Mavi Ada Programı sunucusu)



6 Ağustos 2013 Salı

Gökhan Türkmen - Bile Bile Yandı Yüreği { Akustik Versiyon }


Senin için ölürüm / HIKAYE AGACI /




Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.

Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri, hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki...
Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca, “bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur” diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... “Senin için ölürüm” derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam; “Hayır, ben senin için ölürüm” diye yanıt verirdi hep...
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, “Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...” Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu; “Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma.” Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten...
Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar çok olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı.
Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde satılık levhası asılı olan.
“Ne dersin, bu evi alalım mı?” dedi adama. “Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı...”
“Sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?” diye cevap verdi adam. “Amerika’daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçiyi... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...”
Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika’ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla…
Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: “Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...”
Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama. “Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat” diye dil döktü boş yere...
Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...
Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken; “Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım” diye sözünü kesti arkadaşı: “O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki lokantada genç bir kadınla yemek yiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...”
“Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları” diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı...
Ertesi gün, öğle vakti o lokantanın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının, sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, “son bir kez kucaklamak isterim seni” diyecek oldu ama kadın, “defol” dedi nefretle...
İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika’ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar kuvvetli bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu.
Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü.
“Sen, buraya ne yüzle geliyorsun” diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.
“Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor.” dedi genç kadın.
Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:
“Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika’daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika’ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...”
Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta,
“Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem diyordu...”
Sırayla okudu;
“Seni çok sevdim,
Seni sevmekten hiç vazgeçmedim,
Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim.
Fakat benim için ölmeni istemedim.
Şimdi bana söz vermeni istiyorum. Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?”
Son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:
“Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni seyrediyor olacağım...”

Mavi



Bir Besmele Cektim .




Oncelikle Herkese Merhaba

Blog dunyasina yeni katilan biri sayilmam . Daha oncede bir blog acmistim . Ama bu blog benim icin ayri bir onem tasiyor . Nasil anlatilir inanin hic bilmiyorum . Ama ben Besmele ile baslanilan her isin hayirla sonuclandigini ogrendim . Bu yuzden de su ana kadar besmelesiz basladigim herseyi bir kenara biraktim ve bu yeni blogu sizinle beraber sadece bir "Bismillahirrahmanirrahim" ile acmak ve sonuna kadar hayra yakin serre uzak bir sekilde surdurmek istedim .

Umarim gerek yazdiklarimla , gerek yasadiklarimla yada ogrendiklerimle sizlerinde destegini alirim . Bu benim icin bu blogun en onemli yani . Sizin desteginiz , sizin begeniniz sizin takdiriniz .

Aranizdan biriyim , hepte oyle kalicam .

Saglicakla kalin .